Forum
=> Daha kayıt olmadın mı?Forum - İSLAMDA BÖLÜCÜLÜK ve BOZUK MEZHEBLER
Burdasın: Forum => İslami Makaleler => İSLAMDA BÖLÜCÜLÜK ve BOZUK MEZHEBLER |
|
VURGUN (şimdiye kadar 653 posta) |
İSLAMDA BÖLÜCÜLÜK ve BOZUK MEZHEBLER Hak olan, doğru olan dört mezhebin îtikatları, îmanları birdir. İslâmda ayrılıkları yoktur. Dördü de, Ehl-i sünnet îtikatındadır. Ehl-i sünnet îtikatında olmıyanlara bid'at ehli, yâni mezhepsiz denir. Bunlar kendilerine beşinci mezhep diyorlar. Bu sözleri doğru değildir. (Beşinci mezhep) diye birşey yoktur. Bugün, din bilgilerini bu dört mezhepten birinin ilmihâl kitaplarından öğrenmekten başka çâre yoktur. Herkes, kendine kolay gelen mezhebi seçer. Onun kitaplarını okur, öğrenir. Her işini bu mezhebe uygun yapar. O mezhebi (Taklîd) etmiş olur. O mezhepten olur. Herkese, anasından babasından işittiğini, gördüğünü öğrenmek kolay geleceği için, müslümanlar, anasının, babasının mezhebinde olmaktadır. Mezheplerin bir olmayıp, dört olması, insanlar için kolaylıktır. Bir mezhepten çıkıp, başkasına girmek câiz ise de, yenisini öğrenmek için, senelerce çalışmak lâzım olur ve eski mezhebini öğrenmek için yaptığı çalışmaları boşuna gitmiş olur. Hem de, eski bilgileri ile yenisini karıştırarak, birçok işleri yapmakta şaşırabilir. Bir mezhebi beğenmiyerek ondan çıkmak hiç câiz olmaz. Çünkü Selef-i sâlihîni techîl etmek, beğenmemek küfür olur demişlerdir. Şimdi, Pâkistânda Mevdûdî ve Mısrda Seyyid Kutb ve Reşîd Rıza gibi mezhepsiz kimseler ve bunların kitaplarını okuyarak aldananlar, mezhepleri birleştirmeli diyorlar. Dört mezhebin kolay taraflarını seçip toplamalı, islâmiyeti kolaylaştırmalı diyorlar. Kısa akılları ile, noksan bilgileri ile, bu fikri savunuyorlar. Kitaplarına göz atılınca, tefsîr, hadis, üsûl ve fıkh bilgilerinden haberleri olmadığı, çürük mantıkları ve yaldızlı yazıları ile, cehllerini ortaya koydukları hemen görülmektedir. Çünkü: 1 - Dört mezhep âlimleri (Hükm-i müleffık bâtıldır) buyuruyor. Yâni, birkaç mezhebe birlikte uyarak yapılan bir ibâdet, bu mezheplerin hiç birinde sahih olmadığı zaman, mezhepleri karıştırması bâtıl olur, sahih olmaz dediler. Dört mezhep âlimlerinin bu sözbirliğine uymıyan kimse, bu mezheplerin hiçbirinden olmaz. Mezhepsiz olur. Mezhepsiz olanın işleri, islâmiyete uygun olmaz. Uydurma olur. Dîni oyuncak hâline getirmiş olur. 2 - Müslümanları, ibâdetleri tek bir yolda sıkıştırmak, islâm dînini, güçleştirmek olur. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, isteselerdi, herşeyi açık bildirirler, işler tek bir yola uyarak yapılırdı. Fakat, Allahü teâlâ ve Onun Resûlü insanlara acıdıkları için, herşeyi açık bildirmediler. Ehl-i sünnet âlimlerinin anlayışlarına göre, çeşidli mezhepler ortaya çıktı. Bir kimse sıkışınca, kendi mezhebinin kolay tarafına kayar. Daha da sıkışınca, başka mezhebi taklîd ederek, o işi kolayca yapar. Tek mezhep yapılırsa, böyle kolaylık olmaz. Mezhepsizler, kolaylıkları topladık sananlar, farkına varmadan, müslümanların işlerini güçleştirmiş olurlar. 3 - Bir ibâdetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i sâlihîni techîl etmenin küfür olduğu yukarıda bildirilmişti. İbâdetleri değiştirmek istiyenler, Ehl-i sünnet âlimlerini tahkîr edenler, tarihte çok görüldü. Mezheplerin kolaylıklarını seçip, dört mezhebi kaldırmalı diyenlerin, mezhep imamlarının kitaplarından bir sayfayı bile doğru okuyup anlıyamadıkları meydandadır. Çünkü, mezhepleri ve mezhep imamlarının yüksekliklerini anlıyabilmek için, âlim olmak lâzımdır. Âlim olan, câhilce, ahmakca bir çığır açıp, insanları, felakete sürüklemez. Tarih boyunca, ortaya çıkmış olan câhillere, sapıklara aldananlar, felakete sürüklenmişlerdir. Bindörtyüz seneden beri her asırda gelmiş olan ve hadis-i şeriflerle övülmüş bulunan (Ehl-i sünnet) âlimlerine uyanlar, saadete kavuşmuşlardır. Bizler de ecdadımızın, o sâlih, temiz müslümanların, Allah için, islâmiyetin yayılması için, canlarını veren şehitlerin doğru yoluna sarılmalı, türedi dinde reformcuların zehirli, zararlı yazılarına aldanmamalıyız! Fakat ne yazık ki, Kâhire mason locası başkanı olan Abduhun zehirli fikirleri, bir yandan Mısrda (Câmi'ul-ezher) medresesine yayıldı. Böylece Mısrda, Reşîd Rıza ve Ezher medresesi Rektörü Mustafâ Merâgî ve Kâhire müftîsi Abdülmecîd Selîm ve Mahmûd Şeltüt ve Tentâvî Cevherî ve Abdürrâzık pâşa ve Zekî Mübârek ve Ferîd Vecdî ve Abbâs Akkâd ve Ahmed Emîn ve Doktor Tâhâ Hüseyn pâşa ve Kâsım Emîn ve Hasen Bennâ gibi (Dinde reformcular) türedi. Bir yandan da, üstâdları Abduha yapıldığı gibi, bunlara da ilerici islâm âlimi denilerek, kitapları türkçeye tercüme edildi. Câhil din adamlarının ve gençlerin doğru yoldan kaymalarına sebep oldular. Büyük islâm âlimi, ondördüncü asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakîm Efendi, (Kâhire müftîsi Abduh, islâm âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamamış, islâm düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak islâmiyeti içerden yıkan azılı kâfirlerden olmuştur) buyurdu. Abduh gibi küfre veya bid'ate, dalâlete sürüklenenler, kendilerinden sonra gelen genç din adamlarını da doğru yoldan çıkarmak için, âdetâ birbirleri ile yarış etmişler, (Ümmetimin felaketi, fâcir [sapık] olan din adamlarından olacaktır) hadis-i şerifinin haber verdiği felaketlere ön-ayak olmuşlardır. Abduh 1323 [m. 1905] de Mısrda ölünce, yetiştirmiş olduğu çömezleri de, boş durmamış, kahr ve gadab-ı ilâhînin tecellîsine sebep olan çok sayıda zararlı kitaplar neşretmişlerdir. Bunlardan biri, Reşîd Rızanın (Muhâverât) kitabıdır. Bu kitabında, üstâdı gibi, Ehl-i sünnetin dört mezhebine saldırmış, mezhepleri fikir ayrılığı sanarak ve ictihâd üsûl ve şartlarını, te'assub ve münâkaşa şeklinde göstererek, (islâm birliğini bozmuşlardır) diyecek kadar dalâlete düşmüştür. Dört mezhepten birini taklîd eden, bin seneden beri gelmiş milyonlarca hâlis müslüman ile âdetâ alay etmiştir. Asrın ihtiyaçlarını karşılamayı, dîni, îmanı değiştirmekte arayacak kadar islâmiyetten uzaklaşmıştır. Dinde reformcuların birleştikleri tek nokta, kendilerini gerçek müslüman ve asrın ihtiyaçlarını kavramış, geniş kültür sahibi bir islâm âlimi olarak tanıtmaları, islâm kitaplarını okuyup, anlayıp, Resûlullahın vârisi oldukları müjdelenmiş ve (Zamanların en hayrlısı, onların zamanıdır) hadis-i şerifi ile övülmüş Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda giden hakîkî, sâlih müslümanlara da, avâm gibi düşünen taklîdciler demeleridir. İslâmiyet ahkâmından, fıkh bilgilerinden haberleri olmadığını, yâni din bilgilerinden mahrum, kara câhil olduklarını, konuşmaları ve yazıları açıkça gösteriyor. Peygamberimiz, (İnsanların en üstünü îmanı olan âlimlerdir) ve (Din âlimleri, Peygamberlerin vârisleridir) ve (Kalb bilgileri, Allahın esrârından bir sırdır) ve (Âlimlerin uykusu ibâdettir) ve (Ümmetimin âlimlerine saygılı olunuz! Onlar, yer yüzünün yıldızlarıdır) ve (Âlimler kıyâmet günü şefaat edeceklerdir) ve (Fıkh âlimleri kıymetlidir. Onlarla berâber bulunmak ibâdettir) ve (Talebesi arasında âlim, ümmeti arasında olan Peygamber gibidir) hadis-i şerifleri ile, binüçyüz seneden beri gelmiş olan Ehl-i sünnet âlimlerini mi medh buyuruyor? Yoksa, bunlardan sonra türemiş olan Abduhu ve çömezlerini mi övüyor? Bu suâle yine Resûlullah efendimiz cevap vermekte, (Her asır, önceki asırda n daha kötü olacaktır. Böylece, kıyâmete kadar bozulacaktır!) ve (Kıyâmet yaklaştıkça, din adamları eşek leşinden daha bozuk, daha kokmuş olacaklardır) buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifler, (Tezkire-i Kurtubî muhtasarında yazılıdır. Resûlullahın medh ve senâ buyurduğu islâm âlimlerinin hepsi ve binlerle Evliyânın hepsi, sözbirliği ile bildiriyor ki, Cehennemden kurtulacağı müjdelenen bir fırka, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) denilen âlimlerin mezhebidir. Ehl-i sünnet olmıyanlar, Cehenneme gideceklerdir. Yine bildiriliyor ki, (Mezheplerin telfîkı bâtıldır. Yâni, dört mezhebin kolaylıklarını toplayıp uydurma tek bir mezhep yapmanın bâtıl, saçma birşey olacağını da sözbirliği ile bildirmişlerdir. Aklı olan kimse, bin seneden beri gelmiş olan islâm âlimlerinin sözbirliği ile övdükleri Ehl-i sünnet mezhebine mi uyar? Yoksa, yüz seneden beri türemiş olan kültürlü (!), ilerici din câhillerine mi inanır? Cehenneme gidecekleri, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan yetmişiki fırkanın ileri gelenleri, çenesi kuvvetli olanları, her zaman, Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlar, bu mübârek müslümanları lekelemeye yeltenmişler ise de, kendilerine âyet-i kerimelerle ve hadis-i şeriflerle cevap verilerek rezil edilmişlerdir. Ehl-i sünnete karşı, ilim ile başarı sağlıyamıyacaklarını görünce, eşkiyâlığa, zorbalığa başlamışlar, her asırda binlerce müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Ehl-i sünnetin dört mezhebinde bulunan hakîkî müslümanlar ise, hep birbirlerini sevmişler, kardeş olarak yaşamışlardır. Resûlullah, (İş hayatında, müslümanların mezheplere ayrılması, Allahü teâlânın rahmetidir) buyuruyor. 1282 [m. 1865] senesinde doğmuş ve 1354 [m. 1935] de Kâhirede füc'eten ölmüş olan Reşîd Rıza gibi dinde reformcular ise, mezhepleri birleştirerek, islâm birliği kuracaklarını söylüyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz, yeryüzündeki bütün müslümanların tek bir îman yolunda, dört halîfesinin doğru yolunda, birleşmelerini emir buyurdu. İslâm âlimleri, elele vererek, çalışıp, dört Halîfenin îtikat yolunu kitaplara geçirdiler. Peygamberimizin emrettiği bu tek yola, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) ismini verdiler. Yeryüzündeki bütün müslümanların bu tek (Ehl-i sünnet) yolunda birleşmeleri lâzımdır. İslâmda birlik istiyenler, sözlerinde samîmî iseler, mevcut olan bu birliğe katılmalıdırlar. Fakat, ne yazıktır ki, islâmiyeti içerden yıkmaya çalışan masonlar, ingilizler hep böyle yaldızlı sözlerle müslümanları aldatmışlar, (işbirliği sağlıyacağız) maskesi altında (îman birliği)ni parçalamışlardır. İslâm düşmanları, tâ ilk asırda n beri, islâmiyeti yoketmek için çalışıyorlar. Şimdi de, masonlar, komünistler, yahudiler, hıristiyanlar, çeşidli plânlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri bildirilmiş olan sapık müslümanlar da, doğru yolda olan Ehl-i sünneti lekelemek, müslümanları doğru yoldan ayırmak için, hîle ve iftirâ yapıyorlar. Böylece, islâm düşmanları ile işbirliği yaparak, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü (İngilizler) yaptı. Bütün imparatorluk kaynaklarını, hazînelerini, silahlı kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu alçak savaşlarında ileri sürdü. Böylece, dünyanın en büyük iki islâm devleti olan ve Ehl-i sünnetin bekçisi bulunan Hindistândaki Gürgâniyye ve üç kıta üzerine yayılmış bulunan Osmanlı islâm devletlerini yıktı. Bütün memleketlerde islâmın değerli kitaplarını yok etti. İslâm bilgilerini birçok yerlerden sildi, süpürdü. İkinci cihân harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. Müslümanların mukaddes yerleri olan Filistinde yahudi devletinin kurulması için çalışan Siyonizm (Sihyûniyye) teşkilâtını, İngiliz başvekîllerinden James Balfour, 1917 de meydana getirdi. İngiliz hükûmeti, bu işi senelerce destekleyip, 1366 [m. 1947] da İsrâil devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükûmeti, 1351 [m. 1932] de, Arabistân yarımadasını Osmanlılardan alıp, Sü'ûd oğullarına teslim ederek, sapık îtikatlı, vehhâbî devleti kurulmasını sağladı. Böylece islâmiyete en büyük darbeyi vurdu. Abdürreşîd İbrâhîm efendi, 1328 [m. 1910] da İstanbulda basılan türkçe (Âlem-i islâm) kitabının ikinci cildinde, (İngilizlerin islâm düşmanlığı yazısının bir yerinde diyor ki, (Hilâfet-i islâmiyyenin bir ân evvel kaldırılması, ingilizlerin birinci düşüncesidir. Kırım muharebesine sebep olmaları ve burada türklere yardım etmeleri, hilâfeti mahv etmek için bir hîle idi. Pâris muâhedesi, bu hîleyi ortaya koymaktadır. [1923 de yapılan Lozan sulhunde yaptıkları teklîflerinde de, bu düşmanlıklarını açıkça göstermişlerdir. ] Her zaman müslümanların başına gelen felaketler, hangi perde ile örtülürse örtülsün, hep ingilizlerden gelmiştir. İngiliz siyâsetinin temeli, islâmiyeti yok etmektir. Bu siyâsetin sebebi, islâmiyetten korkmalarıdır. Müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları kullanmaktadırlar. Bunları islâm âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözümüzün hülâsası, islâmiyetin en büyük düşmanı ingilizlerdir. ) Abdürreşîd efendi, 1363 [m. 1944]de Japonyada vefât etti. İngilizler, yüzyıllardır islâm memleketlerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi lâflarla, seve seve dinden çıkmalarına, mürted olmalarına sebep olmuştur. İslâmiyeti büsbütün yok etmek için, bu mürted masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Mustafâ Reşîd pâşa, Alipâşa, Fuâd pâşa ve Midhad pâşa, Talat pâşa gibi masonlar, islâm devletlerinin yıkılmalarında kullanıldıkları gibi, Cemâleddîn-i Efgânî ve Muhammed Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler de, islâm bilgilerini bozmaya, yok etmeye âlet olmuşlardır. Bu mason din adamlarının yazdıkları yüzlerce yıkıcı, bozucu din kitapları arasında Mısrlı Reşîd Rızanın (Muhâverât) kitabı, arabîden çeşidli dillere tercüme edilerek, islâm memleketlerine dağıtılmakta, müslümanların dinlerini ve îmanlarını bozmaya çalışmaktadırlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumamış, anlıyamamış birkaç genç din adamının da bu akıntıya kapılarak felakete sürüklendikleri ve başkalarının da felaketlerine sebep oldukları görülmektedir. (Muhâverât) kitabında, Ehl-i sünnetin dört mezhebine çatılmakta, islâm bilgilerinin dört kaynağından biri olan (İcmâ'-ı ümmet) inkâr edilmekte, herkes; Kitaptan, Sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, islâm bilgilerini kökünden yıkmaktadır. Müslüman kardeşlerimize, bu kitabın bozukluğunu ve zararlarını anlatmak için (Din adamı bölücü olmaz) kitabını hazırlıyarak, türkçe ve ingilizce dillerinde neşreyledik. Ayrıca, büyük islâm âlimi Abdülganî Nablüsînin (Hulâsat-üt-tahkîk fî-beyan-ı hükm-ittaklîd vettelfîk) ve Yûsüf-i Nebhânînin (Huccetullahi alel'âlemîn) ve Muhammed Hayat Sindînin (Gayet-üt-tahkîk) risâlesi ve Hind âlimlerinden Muhammed Abdürrahmân Silhetînin (Seyf-ül-ebrâr) kitaplarının, o zararlı kitaba tam bir cevap olduklarını görüp, bu dört kitabı da ofset yolu ile teksîr ve neşreyledik. (Hulâsat-üt-tahkîk) sonunda buyuruyor ki, (müslümanlar, yâ müctehid olur, yâhut, ictihâd derecesine yükselmemiştir. Müctehid de, yâ (Mutlak müctehid) olur. Yâhut, (Mukayyed müctehid) olur. Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklîd etmesi câiz değildir. Kendi ictihâdına uyması lâzımdır. Mukayyed müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usûllerine uyması vâcibdir. Bu usûllere uyarak yapacağı kendi ictihâdına uyar. ) Müctehid olmıyanlar, dört mezhepten dilediğine uyar. Fakat, bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için şart ettiği şeylerin hepsini yapması lâzımdır. Bu şartlardan birini yapmazsa, bu işi sahih olmaz. Bu işin bâtıl olacağı sözbirliği ile bildirilmiştir. Bu mezhebin daha üstün olduğuna inanması şart değil ise de, böyle inanmak iyi olur. Bir ibâdeti veya bir işi yaparken, birkaç mezhebi (Telfîk etmek), yâni bu işi bu mezheplerin birbirlerine uymıyan sözlerine göre yapmak, dört mezhepten çıkmak ve beşinci bir mezhep meydana getirmek olur. Bu iş, karıştırmış olduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmaz, bâtıl olur. Dîni oyuncak yapmış olur. Bunun için, (Havz-ı kebîr)den az olan ve kulleteyn denilen miktârdan az olmıyan bir suyun içine necâset düşmüş, suyun rengi, kokusu veya tadı değişmemiş olup, bu su ile abdest alırken niyet etmez ise ve abdest uzvlarını sıra ile yıkamaz ve uğmaz ve birbirleri ardı sıra çabuk yıkamazsa ve Besmele ile başlamazsa, bunun abdesti, dört mezhep imamlarının hiçbirine göre sahih olmaz. Buna sahih diyen, beşinci bir mezhep uydurmuş olur. Bir müctehidin dahî, dört mezhebin sözbirliğine uymıyan beşinci bir söz söylemesi câiz değildir. [Yukarıda ismi geçen (Kulleteyn) miktârı suyun ne demek olduğu (Se'âdet-i Ebediyye) kitabında uzun bildirilmiştir. ] Sadr-üş-şerî'a, (Tavdîh) kitabında diyor ki, (Bir işin yapılması için, Eshâb-ı kirâmdan iki türlü haber gelmiş ise, sonradan gelenlerin, bir üçüncüsünü söylemeleri, söz birliği ile câiz değildir. Her asrın âlimleri de, Eshâb-ı kirâm gibidir diyenler oldu). Molla Husrev (Mir'ât-ül-üsûl)de diyor ki, (Bir işin yapılmasında, birinci asrın âlimlerinden, birbirlerine benzemiyen iki haber gelmiş ise, bu iş için üçüncü bir söz söylemenin câiz olmadığı icmâ ile bildirilmiştir. Her asrın alimlerinin de, Eshâb-ı kirâm gibi olduğunu söylemek sahihdir). Celâleyn tefsîrinin ilk yazarı Celâleddîn-i Mihallî, Süyûtînin (Cem'ul Cevâmi'i şerhinde diyor ki, (İcmâ'a muhâlefet haramdır. Âyet-i kerime ile men edilmiştir. Bunun için, Selefin ihtilâf ettiği bir iş için, üçüncü bir söz söylemek haram olur). Bir ameli iki veya üç veya dört mezhebin birbirlerine uymıyan sözlerine göre yapmak, bu mezheplerin icmâ'ını bozar. Bu ameli bu mezheplerden hiç birine göre sahih olmaz. Yâni, (Telfîk) câiz değildir. Kâsım bin Katlûbega, (Tashîh)de diyor ki, (Bir işi iki muhtelif ictihâda uyarak yapmanın sahih olmıyacağı sözbirliği ile bildirildi. Bunun için, abdest alırken başının hepsini mesh etmiyen kimse, köpeğe değdikten sonra namaz kılarsa, bu namazı sahih olmaz. Böyle namazın, sözbirliği ile bâtıl olduğu Şâfi'î âlimlerinden Şihâbüddîn Ahmed bin İmâdın (Tevkîfül-hükkâm) kitabında da yazılıdır). Yukarıda yazılı kimse, başının hepsini mesh etmediği için, imam-ı Mâlik, köpeğe süründüğü için de imam-ı Şâfi'î, bunun abdesti ve namazı sahih olmaz dediler. Hanefî âlimlerinden Muhammed Bağdâdî, (Taklîd) risâlesinde diyor ki, başka bir mezhebi taklîd edebilmek için üç şart vardır: Birinci şart, İbni Hümâm (Tahrîr)de yazıyor ki, kendi mezhebine göre başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak tamamlıyamaz. Meselâ, Hanefîye göre aldığı abdest ile Şâfi'îye göre namaz kılamaz. İkinci şart, İbni Hümâm, (Tahrîr) kitabında, Ahmed bin İdrîs Karâfîden alarak diyor ki, taklîd ettiği iki mezhep de, bu (Müleffak) işe bâtıl dememelidir. Abdest alırken, Şâfi'îye uyarak âzalarını uğmaz ve Mâlikîye uyarak nikâh ile alması câiz olan kadına dokunursa, bu abdest ile kıldığı namaz, bu iki mezhebe göre de sahih olmaz. Üçüncü şart, mezheplerin kolaylıklarını toplamamalıdır). İmâm-ı Nevevî ve birçok âlimler, bu şarta çok önem vermektedir. İbni Hümâm, bu şartı bildirmemiştir. Hasen Şernblâlî, (İkt-ül-ferîd)de diyor ki, (Hanefîye uyarak velîsiz veya Mâlikîye uyarak şâhitsiz yapılan iki nikâhdan her biri sahih olur. Fakat hem velîsiz, hem de şâhitsiz olan bir nikâh sahih olmaz). Avâmın bu şartı gözetmesi çok güç olduğundan, câhillerin başka mezhebi, zarûret olmadan taklîd etmeleri men edilmiştir. Bir âlime sorup öğrenmeden taklîd etmeleri sahih olmaz denilmiştir. Muhammed Bağdâdînin yazısı burada tamam oldu. İsmâ'îl Nablüsî, (Dürer) şerhini şerh ederken (İkt-ül-ferîd)den alarak diyor ki, (İnsanın bir mezhebe bağlı kalması şart değildir. Başka mezhebi taklîd ederek de işini yapabilir. Fakat, bu iş için, o mezhepte olan şartların hepsini yerine getirmesi lâzımdır. Birbirine bağlı olmıyan iki işi, başka iki mezhebe uyarak başka türlü yapabilir). Başka mezhebi taklîd ederken, şartların hepsini yapmak lâzım demek, telfîkin sahih olmadığını bildirmektedir. Hanefî âlimlerinden Abdürrahmân İmâdî, (Mukaddime) kitabında diyor ki, (Bir kimse, zarûret olunca, başka üç mezhepten birini taklîd edebilir. Fakat, o mezhebin bu iş için bildirdiği şartların hepsini de yapması lâzımdır. Meselâ, hanefî mezhebinde olan bir kimsenin, şâfi'îyi taklîd ederek necâset bulaşmış kulleteyn miktârı sudan abdest alırken, niyet etmesi ve tertîbi gözetmesi ve imam arkasında Fâtiha okuması ve tâdîl-i erkânı muhakkak yapması lâzımdır. Bunları yapmazsa, namazının bâtıl olacağı sözbirliği ile bildirilmiştir). Başka mezhebi taklîd için, zarûret hâlinde olmasını yazması lâzım değildi. Burada zarûret demekle, ihtiyacı bildirmiş olmaktadır. Çünkü, âlimlerin çoğuna göre, insanın dâimâ aynı bir mezhebe uyması lâzım değildir. Kendi mezhebine uyarken, haraç, meşakkat hâsıl olursa, başka mezhebi taklîd edebilir. Bu yazılarımız telfîkin sahih olmadığını göstermektedirler. İbni Hümâmın (Tahrîr) kitabında, telfîkın sahih olduğunu gösteren bir yazı yoktur. Muhammed Bağdâdî ve İmâm-ı Münâvî, İbni Hümâmın (Feth-ul-kadîr) kitabında, (İctihâd ve burhân ile, başka mezhebe nakletmek günahtır. Böyle kimse tâzîr olunur. İctihâd ve burhân olmadan nakil ise daha fenadır. Nakil, işlerini, ibâdetlerini başka mezhebe göre yapmaktır. Naklettim demekle olmaz. Buna vaat denir. Nakil denmez. Böyle söz vermekle, o mezhebe tâbi olması vâcib olmaz. (Bilmediğinizi bilenlerden sorunuz!) âyet-i kerimesi, âlim olduğu bilinen [çok zan olunan] kimseden hükm istemeyi emretmektedir. Âlimlerin, mezhep değiştirmeyi yasak etmeleri, mezheplerin kolaylıklarını toplamağı önlemek içindir. Âlimlerin çoğuna göre, her müslüman, başka başka işlerinde, kendine kolay gelen ictihâda uyabilir) dediğini bildirdiler. Bir câhil, İbni Hümâmın (Her müslüman, her işinde, kendine kolay gelen ictihâda uyabilir) sözü, telfîkın sahih olduğunu gösteriyor derse, bu anlayışı yanlıştır. Çünkü o söz, bir işin hepsini bir mezhebe göre yapmağı gösteriyor. Bir işi çeşidli mezheplere uyarak yapmağı göstermiyor. Bunu anlıyamıyan mezhepsizler ve dinde reformcular, İbni Hümâmı kendilerine yalancı şâhidi gösteriyorlar. Hâlbuki İbni Hümâm, (Tahrîr) kitabında, telfîkın câiz olmadığını açıkça yazmaktadır. Dinde reformcular, İbni Nüceymin, (Kâdihân fetvâsında, vakf toprak, gaben-i fâhiş ile satılırsa, Ebû Yûsüfe göre, gaben-i fâhiş olduğu için câiz olmaz. İmâm-ı a'zama göre ise, vakf görevlisinin satış için yaptığı vekîlinin gaben-i fâhiş ile satması câiz olur diyor. Ebû Yûsüfe göre vakfın istibdâl yolu ile satılması, Ebû Hanîfeye göre de, vekîlin gaben-i fâhiş ile satması câiz olup, iki ictihâd birleştirilerek, bu satış sahih olur) yazısını telfîkın sahih olacağına misâl gösteriyorlar. Hâlbuki, buradaki telfîk, bir mezhep içinde olmaktadır. İkisinin de sözleri, aynı üsûlden çıkmıştır. İki mezhebin telfîkı böyle değildir. İbni Nüceymin telfîka câiz demediği, (Kenz) kitabına yaptığı (Bahr-ür-râık) şerhindeki, (Başka mezhepteki cemaate imam olanın, o mezhebin şartlarına da uyması lâzımdır) sözünden de anlaşılmaktadır. (Hulâsat-üt-tahkîk) sonundan tercüme tamam oldu. Hindistân âlimlerinden Muhammed Abdürrahmân Silhetî, (Seyf-ül-ebrâr-il-meslûl alel-füccâr) kitabında, fârisî olarak buyuruyor ki, allâme hâfız Hasen bin Muhammed Tayyıbî, (Mişkat) şerhinde (Kolaylaştırınız! Güçleştirmeyiniz!) hadis-i şerifini açıklarken, (Mezheplerin kolaylıklarını toplayan zındık olur) demiştir. Tayyıbî 743 [m. 1343] de Şâmda vefât etmiştir. Bu kitabın birinci baskısı, 1300 [m. 1882] senesinde Hindistânda yapılmıştır. Demek oluyor ki: 1 - Her müslümanın, bir ibâdet, bir iş yaparken, dört mezhepten birine uyması lâzımdır. Dört mezhepten başka bir âlime uymak câiz değildir. 2 - Her müslüman, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. Bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. 3 - Bir işi çeşidli mezheplere uyarak yapmaya gelince, o mezheplerden birinde, bu işin sıhhati için şart olan şeylerin hepsini yapmak lâzımdır. Bu iş, bu mezhebe göre sahih olur. Buna (Takvâ denir, çok iyi olur. Bu mezhebi (Taklîd) etmiş, diğer mezhepleri de gözetmiş olur. Bir mezhebi taklîd etmek, bunun bütün şartlarını yerine getirmekle câiz olur. Bir ibâdeti, bir işi uyduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmaz ise, buna (Telfîk) denir. Telfîk, hiçbir sûretle câiz değildir. 4 - İnsan, seçtiği mezhebe her zaman bağlı kalmaya mecbûr değildir. Dilediği zaman başka mezhebe nakledebilir. Bir mezhebe tâbi olmak için, bu mezhebin fıkh bilgilerini iyi öğrenmek lâzımdır. Bu da ilmihâl kitaplarından öğrenilir. Bunun için, hep bir mezhebe bağlı kalmak kolay olur. Bir mezhepten ayrılıp, başka mezhebe intikâl etmek veya her hangi bir işte başka mezhebi taklîd etmek güçtür. Başka mezhep, ancak ihtiyaç hâlinde, yâni haraç bulununca ve bütün şartlarına uyarak taklîd edilebilir. Başka mezhebin de fıkh bilgilerini öğrenmek güç olduğu için, câhillerin, yâni fıkh bilgisi olmıyanların başka mezhebi taklîd etmelerini fıkh âlimleri men etmişlerdir. Meselâ (Bahr-ül-fetâvâda, (Hanefî mezhebinde olanın yarası durmadan aksa, her namaz vaktinde abdest alması güç olsa, Şâfi'î mezhebine uyarak namaz kılması câiz olmaz) denilmektedir. Çünkü, Şâfi'î mezhebinin şartlarına da uymayınca, namazı sahih olmaz. İbni Âbidîn tâzîr bahsinde bunu geniş anlatmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri, câhillerin ibâdetlerini fesattan korumak için, haraç, yâni meşakkat olmadıkça, mezhep taklîd etmelerine izin vermemişlerdir. Tahtâvî, (Dürr-ül-muhtâr hâşiyesinde), Zebâyıh kısmında diyor ki, (Tefsîr âlimlerinden bazısı buyurdu ki, (Âl-i İmrân) sûresinin yüzüçüncü (Allahın ipine sarılınız!) âyet-i kerimesi, fıkh âlimlerinin bildirdiklerine sarılınız demektir. Fıkh kitaplarına uymıyanlar, dalâlete düşer ve Allahü teâlânın yardımından mahrum kalır ve Cehennem ateşinde yanar. Ey îman sahipleri! Bu âyet-i kerimeyi düşünerek,Cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan (Ehl-i sünnet vel-cemaat) fırkasına sarılınız! Çünkü, Allahü teâlânın rızası, yardımı, bu fırkadan olanlaradır. Bu fırkadan olmayanlara, Allahü teâlâ gadap edecek. Cehennemde azâb yapacaktır. Bugün, Ehl-i sünnet olmak için, dört mezhepten birini taklîd etmek lâzımdır. Bugün, bu dört mezhepten birine uymıyan kimse, bid'at sahibidir. Cehenneme gidecektir). Dört mezhebin kolaylıklarını toplıyan kimse, dört mezhepten hiçbirine uymamış olur. Mezhepsiz olur. Görülüyor ki, dört mezhepten hiçbirine uymıyan kimse, mezhepsizdir. Dört mezhebi telfîk eden, yâni dört mezhebi karıştırıp, kolayına gelen mezhebe göre hareket eden de mezhepsizdir. Dört mezhepten yalnız birini taklîd ediyor ise de, bir inanışı, Ehl-i sünnet îtikatına uymıyor ise, bu kimse de mezhepsizdir. Bu üç kimse, Ehl-i sünnet değildir. Bid'at sahibidirler. Dalâlet yolunu taklîd etmektedirler. Hakîkî müslümanlar ise, dört mezhepten birini, yâni hak yolu taklîd etmektedir. (Ma'lûmât-ı Nâfia) |
Bütün konular: 2323
Bütün postalar: 2386
Bütün kullanıcılar: 23
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse